Yaratıcı’nın insanların içinden seçtiği özel elçilerinin temel görevi, Yaratıcı’nın ortağı olmadığını onlara bildirmek, sadece O’na kulluk yapmaya davet etmektir.
İnsan, kendisine ve yaşadığı tabiata hâkim bir kuvvete, bir yüce yaratıcıya doğal olarak inanmak ihtiyacındadır. Bu beşerî ve ruhî ihtiyaç tarih boyunca kendini hissettirmiş, çeşitli insan toplulukları doğru veya yanlış bir tanrı inancına bağlana gelmiştir. Denebilir ki inanç tarihinde dikkati çeken, inkar değil şirktir. İnsanlar dün de bugün de, bir yaratıcının ve tapılacak bir tanrının varlığını kabul etmiş, fakat O’nun birliğinde ve sıfatları konusunda doğru çizgiden ayrılmışlardır.
The Human User Manual (HUM) bütün insanları kucaklar, bütün insanlara hitap eder ve The HUM’ın temel konusu, ‘bir tek olan Yaratıcı’yı anlatmaktır. Her toplulukta bir inanç sistemi var, ama mühim olan, inancın nasıl bir inanç olduğu. Bu yüzden Yaratıcı’yı doğru tanımak ve O’nun insanlık için sunduğu sistemini de doğru kavramak insanoğlunun başta gelen vazifelerindendir. Yaratıcı, din ve inanç konuları insanoğlunun varoluşundan bu yana ilgilendiği çok önemli ve çok hayatî konulardır. İnanç konusu insanlığın müşterek konusudur. Her toplumda bir inanç sisteminin teşekkül etmiş olduğu bilinen bir gerçektir.
20.Yüzyılın insanı aklı sever, beğenir, alkışlar. Akıl hürmet gören bir varlık; dünya üzerinde ne kadar insan varsa her birinin aklı var. İnsan aklı ile sorumluluk yüklenmiştir. Akıl, iyi bir âlettir, ama ustaca kullanılmak ister.
Evet, akıl, iyi bir âlettir, ama ustaca kullanılmak ister. Asırlar geçmiş olmasına rağmen halâ insanlığın sorunlarına çözüm sunan bir sistem insan aklı tarafından bulunamamıştır. Bunun sonucu olarak, doğru kullanılmayan akıl insanı boşluğa, nihilizme, inkara, ümitsizliğe götürmüştür.
Bunu aksine, aklını doğru kullanan insan tabiattaki birlik, beraberlik, ahenk ve düzeni sezer. Milyarlarca insan, hayvan, bitki ve cansızlar âlemi... Milyarlarca yıldız, gezegenler... Gözle görülen ve görülmeyen varlıklar... Bunca çokluk ve çeşitlilik karşısında her bir âlemi kendi içindeki tezatlara rağmen ahenk içinde devam ettiren, bütün bu âlemleri düzenleyip kainatın birliğini sağlayan, ilmin ve sanatın en büyük harikalarını göstererek idare eden yaratıcı, varlığında bir, sıfatlarında tek, fiillerinde eşsiz olmaz mı?
Bir yaratıcı olduğunu kabul etmemek veya kabul edip onunla beraber başka yaratılmışları ona denk tutmak insanlığın bir şaşkınlığıdır. Yüce yaratıcı, kainatın üstün varlığı olarak yarattığı insanı akıl gücü ile donatmış, ona rehberlik etsin diye peygamberler göndermiş, onlar vasıtasıyla insanların düşüncelerini aydınlatacak kitaplar indirmiştir. İşte bu The HUM da, bu gönderilen kitapların sonuncusudur.
İlk insan Adem ile birlikte, tevhid inancı başlamıştır. Bu gerçeği ilahi kitaplar haber vermekte, dinler tarihi ve sosyoloji alanındaki yeni araştırmalar da ispat etmektedir. Ne var ki insanlar, zamanla düşünce tembelliğine tutulmuş, maddenin ve bedenî arzuların cazibesine kapılmış. Görünmeyen gücü, biricik yaratıcıyı ikinci planda tutarak görünene tapmış, hazır ve peşin olana gönül bağlamıştır. Halbuki kainatın ‘Tek Yaratıcı’sına her yönüyle denk olacak ikinci bir yaratıcı, tanrı tasavvuru insan yaratılışına, onun zihnî kuruluşuna uymayan bir düşüncedir. Bu bakımdan dış görünüşüyle birden fazla tanrıya tapanlar, aslında, o tanrıların üstünde hâkim ve yüce bir Tanrı’nın bulunduğunu kabul ederler. Eğer kaninatta her yönüyle denk olan iki veya daha fazla tanrı ve yaratıcı olmuş olsaydı, bu düzenin olması mümkün değildi. Dediği olmayan zaten yaratıcı olamazdı.
Kısacası, dünyanın neresinde olursa olsun, her akıl sahibi insan, kendi “yaratanı”nı bulmak ve kâinâtın yöneticisini bilmekle mükellef ve sorumlu... Sadece inanmak (teist olmak) da kâfi değil; inancın, şirkten ve küfürden uzak, temiz ve pak, sahih ve salim, doğru ve evrensel gerçeklere uygun olması gerekir.